Bi Küçük Eylül’e Mektup

Etiketler

, , , , ,

Eylül,

Alımlı, güzel, çekici, özgüvenini güzelliğinden alan günümüzün kızı Eylül. Hayatın gününü gün etmekle, etrafına gülücükler ve seksiliğini saçmakla geçerken, varlık nedeninin bu kadar basit olmadığını, hayatın senin etrafında dönmediğini, dönemeyecek kadar değerli duyguya gebe olduğunu anlaman için bir travmaya ihtiyacın vardı senin de. Hayat insanı omuzlarından tutup, yerin altındaki üzerine basılıp hor görülmüş insanların ve onların masum duygularının çığlıklarının kuyusuna sokup sokup çıkarır insanı. Kulakların sağır olup kahrolana kadar bu çığlıkların yakarışını dinler ve adam olmayı öğrenirsin.

İşte Eylül, senin duyduğun çığlıklarsa Tek’in sana olan aşkının çığlıklarıydı. Tek, bu hayatta kalmış en masum insanlıktıysa sen de bu masumluğu kirletecek şehvettin. Sessiz, yalnız, ama kocaman dünyasında hayali yaşantısını sürdüren Tek’in hayatına uzattığın şehvetli dokunuşun sadece Tek’in hayatında onarılmaz yaralar açacağını düşündün belki, ama acı her zaman teğet geçmez güzellere, gücünü güzellikten alanlara. “Aşık olmak için fazla mutluyum ben” demek, aşka tutulmamak için kendine söylediğin ihanet sözüydü aslında. Her defasında bunu söyleyerek aşktan ve kendine yakıştıramadığın için terk etmesi kolay olan Tek’in sevgisinin masumluğuna kapılmaktan kurtardın kendini ya da kurtardığını sandın.

Senin Tek’i sevdiğini anlaman, onun hayatını senin şehvetine kurban etmesiyle mümkündü ancak. Bir Mecnun vardı evet, ama bir Leyla yoktu sizin hikayenizde. Çünkü gerçek bir Leyla; Mecnun’u çirkin olduğu için, insanların bu güzelliğin yanındaki bu çirkinliğe alaycı bakışlarının değersizliğini anlayıp sadece kendi içindeki mutluluğun gözlerine bakıp maddi güzellikler dünyasına meydan okuyabilen Leyla’dır.

Tek, Mecnun’du, ama sen Leyla değildin Eylül. Senin pişmanlığın bir insanın ölümüne sebebiyet vermenin vicdan azabıydı sadece!

Dağların Kızına Mektup

Etiketler

, , , ,

Jin,

Anneni hatırlatan bir türkü seni eve çağırdı ve özlediğin hayatına dönmeye karar verdin. O türküyü dinlerken; belki annenin koynunda uyuduğun çocuk masumluğunu, belki dış dünyadaki kutuplaşmalara kapılarını sıkı sıkı örtmüş çocuk ruhunu, belki de yalnızca anne elinden çıkmış bir kaşık çorbayı özlemek duygusu gelip çöktü yüreğine. Yürek; dayanamaz üstüne oturan ağırlığa, esir düşer o ağırlığa ve ne derse sorgusuz kabullenir. Senin yüreğine çöken ağırlığın adı da özlem olunca, için yanınca hazin hazin nasıl düşmeyesin yollara?

Seni dağa çıkaran baba özlemiydiyse, dağdan indiren ise anne özlemiydi. Kararın kesindi biliyorum. Yolundan dönmek için ne mücadeleler verdin, gördüm. 17 yaşındaydın sadece. Dağlar için küçüktü 17 yaş, orman içinde yalnız dolaşmaktan korkardı 17 yaş, ama seni 17 yaşından büyük gören vahşi erkek nefsine direndi yine bu 17 yaş.                                                                                                                                        

Dağdan indin koşa koşa. Sandın ki yol yakın annene. Evet, annen bekliyordu seni, ama anneye giden yol o kadar yamandı ki, ne yapsan boştu. Dağlar seni bırakmadı, uzun ve bitmez yollar seni bırakmadı, azgın bakışlı erkekler seni bırakmadı. Yoluna konan taşlar bitmedi. O kadar yalnızdın ki ürkmeden yanaşacağın tek canlı, ormanda gördüğün o koca ayı, o yaralı ve hüzünlü geyikti. Ürktüklerin ise insanoğlunun ta kendisiydi. İnsanoğlunun yarattığı vahşetten ötesine gitmek istiyordun artık. Anne kucağında özündeki 17 yaş masumluğuna dönmek istiyordun.

Bu yoldan dönmek o kadar kolay mıdır? Çıktığın yollar seni yine aynı noktaya dönmeye mecbur kıldı üzgünüm. Yine üzgünüm ki dönmek zorunda kaldığın o cehennemde yok olmaya mahkum oldun, anne sıcağına hasret.

NOT: Jin filminin baş kadın karakteri Jin’e tarafımdan yazılmış mektuptur.

Engelsiz Kadına Mektup

Etiketler

, , ,

8426033484_313e21517a_o

Stephanie,

İnsanın varlığı ve hayata olan inancı, tam ve sağlıklı bir vücudun verdiği mutlulukla ölçülür deseler sen “yalan” dersin herhalde. Bacaklarını kaybettiğin o hazin kaza seni çok kısa bir süre kopardı hayattan, güneşi görmekten, havayı koklamaktan ve insan yüzüne çıkıp sokaklarda özgürce yürümekten. Bu senin ne kadar da sağlam, yıkılmaz bir ruhun bedeni olduğunu göstermiyor da ne? Gerçi Ali, seni tutup çıkardı bu dipsiz vazgeçiş kuyusundan. Hayata tutunmak için uzatılacak bir ele ihtiyaç vardır bilirsin. Yoksa tam ve engelsiz bir bedenin dayanamadığı, eriyip yok olduğu melankolik ruh hallerinin gelgitli ikilemleriyle yarım ve engelli bir beden nasıl başa çıksın? Sen bacaklarını yitirmiştin ve onlar hiç gelmemek üzere bir ölü toprağının altında saklıydı artık. Ama ezelden gelen bir yaşam sevincin vardı ki hayattan vazgeçiş hikayen dayanamadı bu sevince direnmeye. Ali, görünürde engelsiz bir bedene sahip olsa da yaralı ve yalnız ruhuyla asıl yitik insandı. Kendi aştığın yaşam engelleri yetmedi sana onu da kurtarıp hayata karşı yürüten oldun.

Senin gibi yıkılmaz bir ruh sahibi olmak isteyen nice engelsiz bedenler var aslında bu korkunç dünyada bir gün senin gibi bir kadının eliyle kurtarılmayı bekleyen.

NOT: Pas ve Kemik (Rust and Bone) filminin baş kadın karakteri Stephanie’e tarafımdan yazılmış mektuptur.

Şiddet Gören Kadınlara

Etiketler

, ,

Bu kez perdedeki kadınlara değil de, kimi zaman perdedeki kadın hikayelerini yaratan gerçek hayatın başrol oyuncusu kadınlar için yazıyorum.

Gerçek bir korku, gerilim filmini izliyoruz. Tek bir kadın karakteri yok bu filmin; binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce hatta  bu rakamlar yetmezmiş gibi milyonlarca kadın oynuyor başrolde. Doksan dakikalık bir film de değil üstelik izlediğimiz. Zaman kavramının olmadığı dünü, bugünü ve yarını olan, sonsuzluğa dek sürecek bir filmi izliyoruz bu kez ne yazıkki. Mekanı da yok üstelik; bir gün yan komşumuzun evinde, bir gün arkadaşımızın evinde, bir gün sokakta hiç tanımadığımız birinin yanıbaşında… Hikaye o kadar çok ki; duymamak, izlememek imkansız.

Bahsettiğim hikaye, kadınların hikayesi, şiddet gören kadınların hikayesi. Zaman kavramı olmayan bu hikayeleri bir buçuk dakikada anlatabilmeyi denedim bu kez.

Kadına şiddet hikayelerinin olmadığı günler dileğiyle…

Acılı Anneye Mektup

Etiketler

, , , , ,

venice_film_festival_Pieta-540x304

Mi Son,

İyi anne – kötü anne kavramlarının her ikisini de bünyesinde barındıran kadın.

İyi annesin sen. Evladının acısıyla mahvolmuş, yaşamaktan vazgeçmiş bir kadın için yaşamanın anlamını intikam duygusu alınca oynanmayacak rol yokmuş. Fakat rolün bu kez kötü anneyi oynamak. Oğlunun ölümüne neden olan o vicdansız, acımasız Gang Do’ya anne olmak. Kim bilir ne utanç vericiydi. Bir katile hem de oğlunun katiline anne sıcaklığıyla yaklaşmak, işkencelerin en büyüğüdür tahminimce. Utanmış olmalısın, oğlun için duyduğun sonsuz şefkat ve annelik sevgini, oğlunun ölüm  sebebi ile paylaşmaktan.

Kötü annesin sen. Sevgisiz büyüyen çocuktan bir vicdansız nasıl olunur sorusuna “ acımasız, insanlıktan çıkmış bir canavar” olunur cevabını verdiren annesin sen Mi Son. Daha doğrusu o annenin silüetisin sen. Belki gerçekten Gang Do’nun annesi sen değildin, ama arkasına bakmadan bebeğini terk eden bir anne olabilme ihtimalinin de vicdan azabını çektin sen. Dileğin bu insan kasabından öç almaktı, fakat için acıdı bu kasabın yalnızlığına, terk edilişine, annesizliğine, sevgisizliğine ve tüm bu yitikliklerin doğurduğu bu insaniyetsiz çocuğa.

Sen kendi oğlunun annesiydin. Olamazdın başka bir anne. O  acımış mıydı sizi ayırırken, sızlama ihtimali olmuş muydu olmayan yüreğinin boşluğunda? Olmamıştı.

Nasıl intikam alırdı peki kötü bir anne? Yıllardır aç kaldığı annelik sevgisine doyamadan Gang Do’yu tekrar yersiz yurtsuz, annesiz bırakarak tabiki.

NOT: Pieta (Acı) filminin baş kadın karakteri Mi Son’a tarafımdan yazılmış mektuptur.

Şarkı Söyleyen Kadına Mektup

Etiketler

, , ,

icimdeki-yangin_4363776

Nawal,

İçindeki yangın değil, yangından daha beter bir şey. İnsana kül olup yok olmanın da yetmeyeceği kadar büyük bir yangın seninkisi.

İkizlerin Jeanne ve Simon’un, geçmişini öğrenip de bundan sonra hayatı böyle dehşet verici bir gerçekle yaşamalarını neden istedin bilmiyorum. Bazen gerçekleri bilmeden yaşamak, mutluluktur çünkü. Senin yangının sana yetmedi, Jeanne ve Simon’un içine de bir yangın salıp gittin sen.

Hapishane yıllarındaki dayanma gücüne gelince nasıl bir insansın ki sen,  kendini şarkı söyleyerek korudun insanoğlunun dehşetinden. İşkence seslerini duymamak için söylediğin o şarkılar senin yaşama tutunma sebebindi belki. Yoksa kim dayanabilirdi yanıbaşındaki çığlıklara ve yakarışlara?

Yıllar önce kaybettiğin oğlunu aramak için de ne mücadeleler vermiştin. Pişman mısın oğlunu bulduğuna? Değdi mi onca çırpınışlarına? Hapishanede seni ikizlerin Jeanne ve Simon’a hamile bırakan tecavüzcünün oğlunun ta kendisi olduğunu öğrenmek seni “anne” olmaya bin pişman etmedi de ne oldu? İçindeki yangınla neden sessiz sakin göçüp gitmedin bu alemden de Jeanne ve Simon’a da alevini sıçratıp gittin?

Şarkı söyleyip bu gerçeği de içindeki yangında boğsaydın keşke…

NOT: İçimdeki Yangın (Incendies) filminin baş kadın karakteri “Nawal Marwan” a tarafımdan yazılmış mektuptur.

Yitik Bir Kadına Mektup

Etiketler

, , , , ,

untitled

 

 

 

 

 

 

 

Anne,

Güçlü bir kadındın. Gururun nasıl kaldırdı bilmiyorum yaşlanmayı ve yeterliliklerini kaybetmeyi.

Seni gördüğüm ilk anda öykündüğüm kültürlü, meraklı, zarif halin nerede kaldı? Neden artık varolma sebebin yalnızca nefes almak, bir süre daha yaşayabilmek ve “ölüm”den kaçmak. Pardon, gerçi sen ne zamanki yeterliliklerini yitirip sevdiğin kitabı okuyamadığın, sevdiğin şarkıyı piyanonda çalıp söyleyemediğin zaman ölümden kaçmayı bırakmıştın değil mi? Seni yaşamak konusunda direten Georges’un çabalarıydı sadece. Sen vazgeçmiştin yaşamaktan ve haklıydın da. Sana  hak vermemek elde değil ki. Yaşlılığı bebekliğe dönüş olarak düşünmüşümdür hep nedense. Ama sevimli ve tatlı bir bebek değil de sevimsiz ve baş ağrısı bir bebek olarak. Bakıma muhtaçlık konusunda bebeklik=yaşlılık. Bir yaşlı yük gibi insanlara değil mi? Sen de öyle düşündün ki  Georges’a defalarca “bana bakmak zorunda değilsin” deyip durdun. Üzücü biliyorum sevdiğin erkek bile olsa birinin elleri üzerinden hayata tutunmak. Gurur kırıcı, aşağılayıcı…

“Hayat upuzun ve çok güzel” demiştin. Bu upuzun hayat hiç bitmeyecekmiş gibi yaşama olan inancımız gün gelip bitiyor değil mi? Yolun sonunu görmek; yürüyemediğimiz, konuşamadığımız hatta tuvalet ihtiyacımızı karşılayamadığımız gün daha kolaylaşıyor değil mi? Ve hayattan vazgeçişi, fotoğraflar dolusu albümünün son sayfasını kapatırken mutlulukla kabulleniyorsun. Ne çok soru sordum biliyorum, ama merak ediyorum sen gibi olacağım zamanki hissiyatı.

Güzel bir hayat, böyle güzel bir aşkın elinden; Georges’ın elinden biterdi Anne. En güzel ölümlerden birini yaşadın sen.

NOT: “Amour” filminin baş kadın karakteri “Anne” e  tarafımdan yazılmış  mektuptur.